Bu Blogda Ara

28 Şubat 2018 Çarşamba

Takım Oyunu

Askerliğimizin artık son günleriydi. Askerlik süresince aynı koğuşta kalmış 20 kişi, Van'daki toplanma noktası olan KTM'ye geçtik. Burada en az kalanımız 3 gün kaldı. Bu süre zarfında yemeklerde, içtimalarda, hatta tuvalete giderken bile birbirimizden ayrılmaz olmuştuk. Ara ara kendi içimizde sayım yapar hale gelmiştik. Eksik kişiyi herkes birbirine sorup, "takımımızın" eksik oyuncusunu bulmaya girişiyorduk.

Muhtemelen hayatının hiç bir döneminde birbirini tercih etmeyecek, asla bir araya gelmeyecek 20 kişi, birbirinden kopmayan bir "TAKIM" havasındaydık.

500er kişilik iç içe iki koğuşun bulunduğu binaya geçerken farklı yerlere gidip birbirimizden kopmayalım diye kolkola girişimizi hiç unutmam.

Hey gidi günler. 10 gün öncesine kadar neredeyse gruplaşacak kadar birbirinden uzaklaşan ekip, bir anda birbirinin kusurlarını görmezden gelip kardeşlik kıvamına gelmiştik.

Nereden geldi aklıma? 

Aslında hiç gitmez. 

Ne zaman bizim takımda işler kötü gitse, düşünürüm. Takımı kampa alsınlar ama, bir yatılı parasız yatılı okulun yatakhanesine alsınlar, yada erlerin bulunduğu askeri bir koğuşa. 

Koğuş ortamı birbirine yaklaştırıyor insanı. Kim ne zaman ne yapacak, tüm grup birbirini daha iyi tanıyor.

Yapacağı işten başka şey düşünmeye başlayınca takım oyuncusu, hemen bu çözüm geliyor aklıma. Yada altyapıdaki yaş gruplarını da içeren bir kampta, ama koğuş ortamında. Milyon dolarlık futbolcu, sıraya girip tabldot yemek yiyecek.

Uzun zamandır tasarlıyordum bu yazıyı ancak, değerli abimiz Bülent Gürsoy'un bağlantıdaki yazısı taşların yerine oturmasını sağladı. Yeri gelmişken kendisine hem bu yazı özelinde, hem de biz okurlarına yaptığı değerli katkıları için çok teşekkür ediyorum.

Bizim taraftarlar ateşli olması ile bilinir malum. Zor deplasmandır her takım için. Ancak uzun zamandır gözlemlediğim bir durum vardı ki, Bülent Ağabeyin yazısını okuyup, ilgili maçın videolarını izleyince de bu durum bende netleşmiş oldu.

- Tam olarak hatırlamıyorum ama, bir Galatasaray maçıydı yanılmıyorsam. GSli bir futbolcu bizim oyuncuyu topa koşarken aut çizgisi kenarında itti. Oyuncu o hızla reklam panolarına çarpmıştı. Yerden kalkıp sert çıkınca bir anda 4 - 5 GS li toplandı başına da, Bir EsEs li koşmadı "HOOOOOP!" demeye!

- Ne zaman bir ikili mücadelede rakip faul yapsa çok hafif bir itirazla durumu geçiştirdiler genelde. Rakibin çok sert davrandığı pozisyonlarda 2. kişi nadiren gelirken olay yerine, 3. Kişiyi zaten bulamıyoruz.

Türkiyenin ve hatta belki Dünyanın en antipatik futbolcularından olan Volkan Demirel'in yeri geldiğinde nasıl 40 - 50 metre depar attığını bilmeyenimiz yok.

Bunun onda birini görsem diyeceğim ki "bizimkiler takım olacak."

Takım olmak için illa ki sahada %100 pas isabeti olması gerekmiyor. Önce tribüne gelen taraftarın, sonra seni bekleyen sevdiklerinin sorumluluğunu üzerinde taşıman ve bunu hissettirmen gerekiyor.

Herkesin bildiği olaylı Akhisar Belediye maçında kapıyı açık bırakan saf ev sahibinin evine giren hırsız misali puan gasp edildikten sonra rakiple forma değiştiren haysiyetsiz de gördük, (Resmini aradım bulamadım.) bir maçta hakemin düdüğünden sonra, genç oyuncumuzun ayağını kırmaya çalışan sıfatsıza takımın bir yabancı oyuncusu dışında kimsenin tepki vermediğini de. (Onun resmini buldum)


Geçen haftaki maçta Gaziantepli futbolcu tribüne doğru garip hareketlerle sevinirken, nasıl olur da tek bir futbolcu bile yakasına yapışmaz "Ne oluyor?" diye? Diğer dengesize nasıl olur da tek kelime edilmez? İnanın hiç aklım almıyor. Takım olmak için önce rakibine karşında gerçekten "TAKIM" olduğunu hissettirmek gerekiyor. Düşmek - çıkmak - kazanmak - kaybetmek ikinci planda...

Saygı ve sevgilerimle



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder