Zor zamanlardı bizim için. Hatta geriye dönüp bakınca belkide en zor yılmış şimdiye kadarki.
O zor zamanlarda duymuştum bu şarkıyı. Müziği sözleriyle bütünleşerek, o sıkıntılı dönemlere anlam katıyor, şarkıya kendi çapımda yeni anlamlar yüklüyordum. İçli bir keman ile insanın yüreğine işleyen bir giriş...
Bu kente yalnızlık çöktüğü zaman
Uykusunda bir kuş ölür ecelsiz
Alıp da başını gitmek istersin
Karanlık sokaklar kör sağır dilsiz
Bir taraftan da soruyordum, bir kente yalnızlık nasıl çöker? İnsana çöken yalnızlık hissi miydi anlatılmak istenen?
Zor zamanlarımızı omuzlayan anneannemi kaybettiğimizde yalnızlık hissinin kalbimden tüm kente aktığını düşünmüştüm. Çok değil bir yıl sonra gittiğim o tutucu, kapalı Anadolu kentinde, kente çöken yalnızlık tabiri farklı bir anlam kazandı zihnimde. Alışkın olduğum, yaşayıp gördüğüm dünyadan çok farklı olan bu kent yalnız ve insanı da yalnızlaştıran bir kent hüviyetindeydi benim gibi bir toy delikanlı için. Kendi iç dinamiklerine ve orada kendi içinde yalnızlığı olmayan yaşantıya sahip bir şehir olduğuna vakıf olmam normalden biraz uzun sürmüştü. Ben kendimi yalnızlık içerisinde hissediyordum belki sadece.
Yıllar geçtikçe şarkıyı daha bir sevip içselleştirmeme rağmen halen bu soruyu soruyordum: kente yalnızlık nasıl çöker? Bazen sabaha karşı, hemen herkes uykudayken?
Grubun 25. Yılı konserinde çaldığı ikinci parçaydı. Sahneye ikinci sırada çıkmıştı grubun basçısı, İbrahim.
Ah İbrahim ah. Yıllar sonra, bir deri bir kemik, müzik yapma yasağına karşı yaptığı bireysel eyleminde, yenik düşmüştü ufalmış bedeni. Yalnızlık hissi bu kez de, bizzat grubun içinden hissedildi.
Günlerden 6 Şubattı.. Sabah 6.35. Eşimin "deprem olmuş, Diyarbakır da Galleria yıkılmış, annemler sokaktaymış" haberiyle uyandım. İnternet üzerinden bilgi almaya çalışırken depremin şiddetini 7.6 olduğunu öğrendik. 2 saatten fazlaca bir zamandır ülkenin bir kısmının büyük bir sarsıntıyla uyandığını ve yıkıntı altında olduğunu farkettik. 23 yıl önce ülkenin batısı beşik gibi sallandığında atılan çığlıklar, bu kez güneyinde duyulmuştu.
10 il doğrudan etkilendi, ama özellikle 3 il, Kahramanmaraş, Hatay ve Adıyaman neredeyse tamamen çöktü.
Günler geçtikçe, bölgeden gelen haberler o kadar kötüye gitti ki... Haberlerin kötülüğü ile, devlet kurumlarının acziyeti arasındaki paralellik ya da ilişki, beynimin içinde uğultuya dönüştü... Gitgide büyüyordu bu uğultu...
Adıyaman'da, eşinin ailesi in oturduğu apartmanın yıkıldığı, tüm ailenin enkaz altında kaldığını duyduk bir arkadaştan. Sonraki günlerde tam 14 kişiyi toprağa verdiler. Öyle ki bazılarını teşhis etmekte zorlandıklarını anlatıyorlardı. Başka bir arkadaş bu kez Hatay'da benzer bir durum anlatıyordu, gözleri yaşlı ve çaresiz. Yengesini fiziksel özellikleri ile teşhis edemediler örneğin. Tek teselli - ona da teselli denir mi bilmem- cenazeye ulaşabilmiş olmaktı, ve bir şekilde teşhis edilmesiydi.
"Asrın Felaketi" diyerek propagandaya çevirdiler işi hemen ertesi gün. Önceliği kurtarma faaliyetleri yerine "sela" okumaya verdiler minarelerden ki, muhtemelen on binlerce insan kendi selasını dinledi enkaz altında. "İmdat" çığlıkları yankılanamadı da, sela sesleri yankılandı yıkılmış, "yalnızlık çökmüş" kentlerde. Enkaz altında yüreği kalmış bizlerin kulaklarında, beyninde, vicdanında...
Derken alttaki görsel çarptı gözüme günler sonra. Yüreğime... Beynime... Vicdanıma... Kanıma dokundu bu çaresizlik ve yokluk hissi... Korku filmlerinde görülebilecek şehir yıkıntıları, bir kaç gün içinde normalimiz olmuştu bizlerin ama, yaşayanlarda silinmez acılara dönüşmüştü. O zaman anladım "yalnızlık çöken kenti".
6 Şubat 04.17 de yükselen çığlıklar yankılandı adeta... Bu sesin yankısı biter mi?
Bitmez...
Yarına kalacak
ama,
hiç bitmeyecek.
Saygılarımla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder