Bu Blogda Ara

1 Ekim 2022 Cumartesi

Bergen - İran Paralelliği Üzerine

Çok yoğun ve yorucu bir hafta, en azından kağıt üstünde bitmişti işte. Her ne kadar yarın gitmeyi planlamış olsam da işe, haftanın yoğunluğu azalıp, nispeten sakin bir hafta sonu gelmişti. Genelde böyle yoğun geçen haftalarda cuma akşamlarını, çilingir olmasa da, ufak çapta keyif verici bir rakı sofrasıyla şenlendiriyorum.

Bu düşünce ile atladım arabaya, radyoyu açtım. Radyoda çok tanıdık bir ses, melodisi yabancı olmayan, ama çok ta aşina olmadığım bir parçayı seslendiriyordu. Işıkta durduğum anda, telefon uygulamasıyla şarkıyı dinleterek kim olduğunu, şarkıyı bulmaya çalıştım. Uygulamada çıkan parça, dinlediğim parça değildi. Daha doğrusu söyleyen o değildi. 
Çocukluğumuzda belleğimize "acıların kadını" olarak kazınan Bergen' di benim bulduğum parçayı söyleyen.

Saçları ile tek gözünü kapatan arabesk - fantezi şarkıları söyleyen kadın. Gerçi bu coğrafyada sayıca çok azdı "acıları" olmayan kadınlar. Eve gelince şarkı adıyla internet taraması yaptım. Aşağıdaki görsel çıktı karşıma.


Melek Mosso, genel olarak yorumunu beğendiğim bir şarkıcı. Parça mükemmel olmuş onun sesiyle. Onu da buraya bırakayım. Dinlememiş olanlar da dinlesin:

Şarkının sözleri daha da bir manidar:

Öyle bir dünya bu vefadan yoksun
İsterse kainat servetin olsun
Düştüğün yerlerde sen artık yoksun
Düşeni götürür, yollar affetmez
Yoluna halılar serilir sanma
Uğrunda ömürler verilir sanma
Değerin, kıymetin bilinir sanma
Gideni götürür, kullar affetmez

Sanki genel anlamda bahse konu vefasızlık, erkek egemen toplumun bir sonucu gibi. Bu egemenlik o kadar derin ki, İngilizce 'de "tarih" kelimesinin karşılığının "history" olmasının nedenini "hikaye" olduğunu hatta "erkeklerin hikayesi - His Story" den oluşturulduğunu anlatmıştı bir programda ünlü tarihçi Murat Bardakçı.
Dedik ya bu coğrafyada sayısı çok azdır herhalde bir şekilde acıyla yüzleşmeyen kadın. Yani sırf kadın olması nedeniyle acıyla yüzleşmesi bahse konu olan. Acısı az yada çok. Bu arada, az önce hayat hikayesini detaylıca okudum Bergen'in de, yine dedim ki "AHHH AHHH". Marx'ın devlet tanımını yüzünüze tokat atarak adeta, dibine kadar hissetmiş olduğunu görürsünüz hayat hikayesinde.

Telefonu elime alınca - artık bağımlılık boyutunda olan telefonla ilişkimde - twitter üzerinden haberleri gözden geçirmeye başladım. İran'daki protestolar ve rejimin tutumuna ilişkin haberlerle karşılaştım.

Ülkesindeki zorbaların, uzun yıllardır dayattığı başörtüsünü düzgün takmamasını bahane ederek karakola götürülüp, hayatını kaybeden Masha Emini haberi tüm dünyada geniş yankı bulmuş, İran' da çok büyük bir özgürlükçü kadın hareketine ve sokak eylemlerine dönüşmüştü geçtiğimiz iki hafta içinde. Kardeşinin cenazesinde saçlarını kesen kadın videosu çok can yakıcıydı. 

Çok basit bir ifadeyle, başka yönetimlerde kendi sakallarının varlığı için "mücadele" veren İslami Misyonerliğe soyunmuş erkekler "kılla tüyle niye uğraşırsın" savıyla konuyu basitleştirebilirken, mevcut yönetimde kadının "kılı tüyü" nü çok ciddi bir problem olarak gündeme getirebiliyordu. Üstelik, örneğin 28 Şubat döneminde ülkemizde, üniversitelerdeki Başörtüsü - Sakal yasağı özellikle Sol yada Özgürlükçü kesim tarafından hiç bir şart - gereksinim ortaya sürmeden desteklenmişti, ve İran'da da Şah rejimine karşı özgürlük hareketi olarak doğmuş ve destek almıştı mevcut zihniyet.

1979 yılında, yani tam 43 yıl önce iktidara gelen zorbaların öncesini yalnızca fotoğraflardan görebilen gencecik kadınlar, hiç yaşayamadıkları özgürlüğün de hasretiyle, öfkelerini sokaklara çıkarak tüm dünyaya duyurmaya çalışıyor. Hayatın içinde hasreti hissedilen şeyler genelde hiç yaşanmamış olanlardır. Hiç yaşanmamış olanlar, hasretle beraber bir tutkuya dönüşür. İran'daki özgürlükçü kadın hareketinin içinde olanların büyük çoğunluğu da, hiç yaşayamadıkları özgürlüğün hasretini, tutkuyla birleştirmiş olanlar. Tabi ki eskiden ülkelerinin nasıl olduğu hakkında fikir sahibi bu kadınlar aynı zamanda.

1979 öncesi çekilen bu fotoğraf ne kadar büyük bir değişim yaşandığını gözler önüne sermeye yetiyor. 

"Özgürlüğümüz kısıtlanıyor" savıyla popülaritesini artıran ve belki de fotoğraftaki kadınların da desteğini alan kitle, yaşam tarzına müdahale edildiğini iddia ederek mağdur edebiyatıyla kitleleri etkilemiş ve bunun sonucunda, önce yönetimi devirerek kendi ideolojisinde bir yönetimi ülkeye dayatmış, sonrasında ise kendi gibi olmayan herkesi hain ilan eden bir zihniyetle ülke yönetimini tamamen ele geçirmişti.

Bu tarzda, teokrasiyi ön plana çıkartan ve bilimsellikten uzak yaşayan / yaşatan yönetimler, "cahil özgüveni" olarak tabir ettiğimiz bir özgüvenle her şeyi çözebileceğini düşünürken, uluslararası toplumda yalnız kalıp, bilimselliğin gereği olan sebep-sonuç ilişkisini de yanlış kurunca, "bizi kıskanıyorlar" mantığı ile her olaya yaklaşmaya başlar. Tarihte örneği çoktur. Devamında kendini çok güçlü zannederken bu yönetimler; örneğin en önemli komutanı, upuzun bir konvoy içinde tespit edilip yok edilir de, başka kimseye bir şey olmaz. Misilleme amacı ile cevap vermeye kalkınca da başka bir ülkeye ait sivil uçaklar düşürülür örneğin, üstelik kendi hava sahasında ve daha yeni havalanmışken.

Benzeri bir durumu örnek olsun diye dile getiririm hep. "Yerli uçak yapacaksınız ama, İmam Hatip Okulu açıyorsunuz Meslek Lisesi yerine. Herhalde uçaklar dua ile uçacak."

Sebep - Sonuç ilişkisini bilimsel temellere oturtmak ve bilimi ön plana çıkartmak önemli.

İran'da gördüğümüz protestolar, Dünya tarihinde önemli yer tutacak konumdayken önümüzdeki yıllar için, bizlere de neyle karşılaşma ihtimalimiz olduğunu örnekleriyle gösteriyor.

Bahsettiğimiz 28 Şubat sonrası süreçte, Başörtüsü - Sakal konusunda destek verirken karşıt kitleye, örneğin "sen benim içkim - kıyafetim konusunda net misin arkadaş?" sorusu çok gelmemişti aklımıza. (En azından benim aklıma)
Ki şimdi karşı karşıya kaldığımız Siyasal İslamcıların ne kadar özgürlük meraklısı olduğu/olmadığı çok çok net okunuyor - görülüyor.

Gerek bireysel, gerek toplumsal, özgürlüğümüzün kıymetini bilelim. Buna paralel, en çok ta kadınların daha özgür olması gerekliliğini fark edelim ve fark ettirelim.

Neşet Ertaş şarkılarından "Çiçekler Ekiliyor" geldi dolandı dilime. Ne güzel bir türkü dedim. 

İran'da erkekler kadınlarla birlikte sokaklarda şu anda. Bu türkü de İç Anadolu'da, Ege'de, Akdeniz'de tarlalarda kadın - erkek yan yana çalışanları getiriyor gözümün önüne. 

Hayat...
Her daim müşterek, her daim iç içe. Her daim özgür ama her daim sınırlarla - saygı ile- çevrelenmiş, ve doğru sebep - sonuç ilişkileri üzerine temellendirilmiş (olmalı).... Her parçanın aslında bir bütünü oluşturduğunun farkına varmalı.
Hem birbirimizle, hem doğayla....

Saygı ve Sevgilerimle....
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder