Sıcak bir yaz
akşamıydı. Traktör satıcısı başkan yönetiminde kulüp
tarihinin en kötü dönemlerine girmiş, transfer tahtasını
açamamış, yaş ortalaması 20 olan bir takımla lige başlamak
zorunda kalmıştı. Deplasmandaki ilk maçından mağlubiyetle
dönmüştü. Yönetime olan kızgınlığımız nedeniyle ilk iç
saha maçımıza gitmeyecektik. Oluşan kötü hava
öylesine şehri kaplamıştı ki, herkes “kesin düşeriz”
diyordu. Hatta maçı izleyecek yer bulamamıştık, tüm mekanlarda
Süper Lig maçı yayınlanıyordu.
En son şehrin en
eski bira salonuna uğradık. Neyse ki hala ESES'in maçını yayınlayan bir yer vardı. 16.
dk da mağlup duruma düştük düşmesine ama, sahada ne olursa
olsun ayakta kalan gençleri görünce ümitlerimiz yeşermeye
başlamıştı. Kolay mı, yıllardır koşmayan, mücadele etmekten
kaçınan, yetenek olan ama sahaya ruhunu koyamayan futbolcular
topluluğu izlemiştik. Haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüz
bir maçın sonunda, ceza alacağımızı bile bile rakibe ve teknik
direktörüne tepkimizi gösterirken, maç sonu rakiple sarılıp
forma değiştiren futbolcular görmüştük! Takım bizimdi çünkü
sadece.
20 yaşındaki
gençlerin sahada yaptıkları o kadar güzeldi ki, sahada herkes
birbiri için mücadele veriyor, herkes birbirinin açığını
kapatıyordu. Takımda herkes, hangi arkadaşının nerede ne
yapacağını gözü kapalı biliyordu. Uzun zamandır gerçekten TAKIM izliyorduk. Derken 45. dk da Cemali’nin
golü geldi. Golden önemlisi o muhteşem takla! Tekrar gol atsa diye
bekliyoruz heyecanla.
İkinci yarı gene
yenik duruma düştük. Dahası son dakikalara kalecinin kırmızı
kart görmesiyle 10 kişi girdik. Yerine 17 yaşındaki yedek kaleci
girmişti. Derken o son dakikadaki pas, hepimizin ayağa kalkışı
ve o şık gol vuruşu! Bana sorarsanız gerçekten usta işi bir
vuruştu! Yenilmemiştik! Sahadaki diri takım, 10 kişi kalmasına
rağmen yenilmemişti! Stada gitmediğimize çok hayıflandım ama,
hayatımda ilk defa televizyondan maç izlerken sesim kısılmıştı!
İşte umutlarımızı
yeşerten o gol! Maçlara gitmeye karar verdiğimizi gibi, belki be
bu gol sayesinde 3 yaşındaki oğlumu da maçlara götürmeye
başladım! Bizim Çocukları izlerken yaşadığımız heyecanı
onunla da paylaşabilmek için! Asıl önemlisi bir şehrin
umutlarını yeşertmişti! Takımın adeta destansı bir hikaye
yazmasını sağlamıştı. ‘65 ruhu diye anlatılan takımı
görememiştik ama, sanki bir benzerine şahit oluyorduk!
Bunca yıldır maç
izliyorum. Çok üst düzey de izledim, amatör maçları da. Şu
kadarını söyleyeyim, bu ligde koşu mesafesi istatistiği tutulsa
bizim çocuklar her maç Türkiye Rekoru kırar. En çok koşan da
İbrahim Halil'dir diye görüyorum. Ayrıca değme forvetlerde
olmayan bir özellik var: Savunmadayken ceza sahasına gelince kendi
takımını bozmuyor, hatta savunma ile uyumlu kalıyor. Göremezsiniz
nice üst düzey takımda.
Unutmayın! Onlar! “Bizim
Çocuklar”!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder