Üniversiteden
arkadaşımla görüştük geçen gün. Aynı bölümdeydik. Nadiren
de olsa iletişim kuruyoruz zaman zaman. Yurt dışında yaşama
fikri üzerine konuşmuştuk bir kaç kez. Haberini aldım,
gidecekmiş İngiltere’ye. Sevindim hatta imrendim bile
diyebilirim.
Geçtiğimiz yaz 3
ay geçirdim İngiltere’de. Gitmeden “İngiltere hoş memleket”
demişlerdi. Gidip yaşayınca, tabir “cuk” oturdu diyebilirim.
Hoş memleket hakikaten. Arkadaşıma bazı deneyimlerimi aktardım.
“Tutturabilirse gerçekten iyi olur onun için” diye düşündüm.
İngiltere’de
geçirdiğim 3 aylık süreçte, edindiğim arkadaşlara Türkiye
hakkında bilgiler veriyordum, ve Türkçe hakkında. Yabancı ülkede
çok uzun vakit geçirince daha bir anlamlı gelmişti
bana Tükçenin
farklılığı, ve daha bir güzel gelmişti gerçekten.
Türkiyeyi
anlatırken, özellikle şehrimin fotoğraflarını gösteriyordum ki
çoğu insan şaşkınlıkla bakıyorlardı, kafalarında tasvir
ettikleri ülke ile fotoğraftaki şehir arasındaki farka.
Çoğu yabancının
isimlerinin anlamı yoktu mesela, ama pek çoğumuzun isminin anlamı
var. “İsminin anlamı ne?” şeklindeki sorularıma cevap
verememenin sıkıntısı ile sorunun tuhaflığı karışımı yüz
ifadeleri çok ilginçti gerçekten. “Sizde bütün isimlerin
anlamı mı var?” diye sordu birgün birisi. Eh, hemen hemen
hepsinin var.
Bazı kelimeler
özelinde konuşuyorduk.
Mesela, ben
“GÜNAYDIN” kelimesini çok severim.
Gün Aydın.
“Günün aydınlık
olsun” der gibi gelir bana hep. “Good morning” den dahafarklı
gelir. “Good morning” fazla sade, fazla rutin bir söylenişken,
“Günaydın” dediğinizde adeta bir umut iletirsiniz karşıya.
“HOŞÇAKAL” dır
bir diğer sevdiğim kelime. Her hangi bir ayrılık – bir veda da
karşındakine söylenen “HOŞÇAKAL” içten gelerek te
söyleniyorsa hele, karşınızdakinin iyiliğinin sürekliliği
isteği gibidir. “Bye” anlam olarak karşılar belki ama, aynı
şeyi ne kadar ifade edebilir?
Kafamda bu
düşüncelerin oldukça fazlası ile memlekete döndüm. “Günyadın”
diyerek girdiğim bakkaldaki sakallı amcanın “aleykümselam”
karşılığı vermesi ile gong çalar çalmaz yumruk yemiş boksör
gibi sallandım adeta ayakta. Tam olarak anlamını ve kökenini
bilmediği arapça sözcükle, “kısa aklıyla” benim ona öyle
söylemem gerektiğini dayatırcasına bu şekildeki geri bildirimi,
alış-veriş yapma isteğimi sonlandırmıştı. Bu bile tekrardan
dışarıda yaşama fikrimi pekiştirmeye yetiyordu aslında.
Arkadaşımla
oraların olumlu olumsuz yönlerini uzun uzun konuştuk. Sonra birden
bir şey oldu...
Daha önce hiç
duymadığım bir parça dinledim. 3 gündür her an söylüyorum,
dinliyorum. Bu kültürün bir parçası olup, farklı kültüre
nasıl adapte olunabilir? Bu kültür ve geçmiş nasıl
bırakılabilir?
Sürekli birşeyler
dayatan dengesiz ve cahil insanlarla mücadele etmek -evet çok
zorlarşıyor git gide- yerine bırakıp gitmek ne kadar doğru olur
diye düşünüp duruyorum bir kaç gündür. Bir şekilde etmeli
ama.
16.yyda yaşamış
bir şairin dizelerine, bu kadar güzel ve yerel motiflerle bezeli
bir klasik müzik eserini oluşturabilen bu ülkenin birikimleri gerçekten inanılmaz geldi dinlediğim anda. Bu ülkede “ama” sız
olarak herkesin önce karşılıklı saygıyı ele alarak tekrar bir
arada yaşayabilmesidir tek dileğim.
Saygı ve
sevgilerimle
Memur Çocuğu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder