Dün akşam bir kez daha gördük ki, bu ülkede futbol yalnızca futbol değil. Vurguyu doğru yerden yaparsak, futbol asla bildiğimiz futbol değil. Böyle giderse de olmayacak gibi.
İki takım, ülke futboluna adeta hükmeden iki kulüp. Kupanın ilk maçı rezilliklerle doluyken, daha büyüğünü yaşatacaklarını düşünmemiştik. Ancak bu ülkede, 10-15 yıldır, " daha kötü ne olabilir" dediğimiz her durumdan sonra, birileri bize mutlaka daha kötüsünü yaşattı.
Maçtan sonra herkes ne olacağını sordu. Sorunun özü "adaletli bir çözüm mü olacak?" ekseninde düşünülebilir. Normalde olağanüstü toplantı olur diye düşünürken ben, konunun neredeyse 1 hafta sonra görüşüleceğini öğrendik. Arka planda birşeyler dönecek yada ortam soğutulacak. Bilemiyorum. Aklım çok ermez bu "inceliklere".
Yıllardır maçlara gider geliriz. Bir maçta sahaya buruşturulmuş kağıt attılar diye seyircinin yaka paça çıkartıldığına şahit oldum.
Başka bir maçta polisin 1-2 kez, artık sıradanlaşan (aslında olmaması gereken) küfürler savuran birini staddan atmakla tehdit ettiğini gördüm.
Bir basket maçında hakeme bağırdı diye orta yaş üstü bir izleyicinin maçın son dakikasında iki polis tarafından çıkartılmasını gördüm.
Diğer taraftan, yıllardır yedek kulübesi arkasında ana avrat düz giden İstanbul takımı seyiriclerini görüyoruz. Yada milli maç öncesi sırf sevimsizliğinden milli takım kalecisine küfür edildiğine hep beraber şahit olduk. Bunlara bir işlem yapılmadığına da.
Bu eksende düşününce adalet beklemek fazla iyimser oluyor bence.
İki futbolcu kavga etse, ikiside oyundan atılır. Aynı takımdan olsa bile, ikisi de atılır.
Şimdi burada benim beklediğim adalet ikisinin birden ihraç edilmesidir. Seneye de katılmamasıdır kupaya. Çocukluğumuzdan beri, bir resmi ortamda kavga varsa, "ama" ya gelmeden önce ceza verilir karşılıklı.
Eskişehirde, İzmirde yada başka Anadolu kentinde esip gürlemek kolay. Komşu ülke gibi davranabilmek lazım bazen.
Bizi rezil eden bu durumlardan kaçak güreşerek sıyrılamazsınız.
Türkiye tam anlamıyla " Balık baştan kokar" atasözünün vücut bulmuş hali oldu. Futbol da bunun dışında değil, hatta en net göstergesi.
Sürekli kendine yontan cin fikirli ( ama her işi batıran) tüccar zihniyetinden sıyrılmamız lazım artık.
"Yalnızlığım benim,
Pasaklı kontesim,
Ne kadar rezil olursak
o kadar iyi"
dizelerindense
" Yalnızlığım benim,
Çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak
O kadar iyi"
dizelerini tercih ediyorum ben.
Sevgi ve saygılarımla
Memur Çocuğu
Bu Blogda Ara
20 Nisan 2018 Cuma
Daha ne kadar rezil olacağız?
15 Nisan 2018 Pazar
İnsan İnsan
5 Nisan 2018 Perşembe
Bu şehrin çocukları
3 yıl kadar önce okuduğum gazete haberi ile heyecanlanmıştım: " Olin desteği çekti, takım Eskişehir'e taşınıyor!"
Uzun yıllardır düşünürdüm, neden bu şehrin basketbol takımı yok diye. Nasıl olacak diye merak içerisindeydim. Biraz araştırınca, her ne kadar 900 seyirci ortalamasıyla oynasa da, kulübe verilmiş emeklerin, özellikle kurulmasında ve büyümesinde ter döken dönemin Edirne Gençlik ve Spor İl Müdürünün adeta çocuğu gibi olan bir takımın, düzenin çarkları arasında heba edilmesi gerçekten can sıkıcıydı. Bu geçmişi düşününce de pek gidemedik bir süre maçlara.
Gitmeye başladığımızda artık kazanmaya ve "takım" olmaya başlamış bir ekibi zevkle izlemeye başlamıştık.
İki isim çok dikkat çekiciydi:
Kartal ÖZMIZRAK ve Buğrahan TUNCER.
Aradan geçen zamanda Buğrahan başka takımlara gitti - geri geldi. Kartal kendi takımına döndü.
Geçtiğimiz akşam bu ikiliyi yeniden izleme şansı buldum: Sınırsız yabancı kuralları ile Limiti sonsuza giden Amerikalı basketbolcu enflasyonu olmasa, Türkiye'nin ve Avrupanın sayılı basketbolcusu olacak iki genç yetenek:
Kartal'ın bir maçta son hücumu kullandığı için rakip amerikalı ile kavga ettiğini hatirliyorum. Aynı maçta Buğrahan'ın oyuna girer girmez maçı çevirişini.
Geçen hafta sahada Buğrahan'ın ortaya koyduğu ruhu gördük. Üzerindeki EsEs formasıyla, sahada da adeta kaptan gibi takımı yönlendirmesini zevkle izledik.
Bu takım seyirciyle bütünleşemedi belki ama, takım karakteri gösteriyor. Doğru işler yapıyor eksikleri olsa da...
Ve aynı günlerde EsEs imizin başındaki haramilerin, günden güne ne kadar kötü takım yönettiklerine şahit oluyoruz.
Bir basket maçına 15 kişiyi organize edip götürmüştüm. Bir ara hepimiz EsEs diye bağırırken farkettim ki ben ve arkadaşlarım, hiç birimiz Eskişehirli değiliz. Sesimiz kısılıyor, hatta rakip seyirciyle kavgaya tutuşacağız.
Bir tarafta Eskişehirli olmayan Dünya vatandaşı olmuş sahadaki oyuncular kırmızı - siyah formayla ter dökerken, diğer tarafta banka hesabı ve nüfuzundan başka bir şey düşünmeyen kabadayı duruşlu kasabalı yöneticiler topluluğu.
Hangisi daha Eskişehir'li?
Not:
Buğrahan umarım uzun yıllar bizimle kalır. Hatta Kartal da gelse güzel olur :)
Saygılarımla
Memur Çocuğu