Bu Blogda Ara

9 Eylül 2025 Salı

Su'dan Sebep

Meşhur paralel kilise baskını girişiminden sonra gücünü ve despotluğunu daha da arttıran Kral Taywerd derebeylerini toplamış, anlatıyordu gene artık gelenekselleşen ay başı toplantılarında yaptığı gibi. Derebeyleri saraydaki aylık toplantılara artık daha büyük arabalarla geliyor, daha fazla ürün ve altın getiriyorlardı vergi olarak. Taywerd'in ülkesinde derebeyleri bölgelerinde kral Taywerd adına vergi toplarken, halkın sefalete mahkum olmasını, açlıktan kırılmasını hiç önemsemiyorlardı. 

Canı isterse siyaha beyaz derdi kral. Derebeyleri alkışlardı. Görevleri de vardı tabii: Tebaalarına da siyahın beyaz olduğunu anlatmak. Düzen iyiydi, derebeyleri zenginleşecek, Taywerd'i de zenginleştireceklerdi. Orman yangını, maden göçüğü, salgın hastalık gibi felaketlerde sarayından çıkmayan Taywerd, sonrasında vergi artırımına giderdi. Kısa dönemde bazı derebeylerini düşman ilan edip diğerleri ile dost olurken, menfaati tersine dönerse, hemen düşmanla dostu yer değiştirirdi. Günü kurtarmak için iç düşman da yaratabilirdi, bir komşu ülkeye fiziki etkisi düşük, siyasi etkisi görece büyük bir saldırı da düzenleyebilirdi. Herkes düşmandı aslında. Sadece o isterse atağa geçer, istemezse dost gibi davranırdı. 

Tahtında oturmuş karşısında duranlara anlatıyordu:

Neymiş? Su bitmiş. Neymiş, doğal kaynaklar heba edilmiş... Ya hu su dediğin gökten gelir. Yağmur yağar, kar yağar, kuyular dolar, nehirler göller yükselir, alırız kullanırız. Nedir yani bu yaygara?

Hem su doğal kaynakta, kazılan çukurlardan çıkan taşlar yapay kaynak mı? Yoksa siz mi kaypaksınız? Hep sudan sebepler.  

Maden için ağaç kestirmeyecekmişiz. Su bitermiş. Toprağı kazıyor altın çıkartıyor adamlar. E nasıl kazacaklar toprağı ağaç varken? Olur mu? Hem altın çıkartmak için para veriyorlar bize. Paramızla su alırız komşu ülkelerden. Uygun fiyatla da size su veririz. Kömür de çıkarıyorlar. Ne yakacaksınız kışın? Hem bakınız bir çoğunuz bilmez ama tüccarlara bir sorun, çölle kaplı ülkeler var. Onlarda hiç su yok, onlar nasıl yaşıyor? Bu eski kafalılıktan kurtulamadılar. Ama Taywerd burada oldukça, bu can bu bedende durdukça, o kafalar da değişecek. 

Bir de tutturmuşlar "üstü altından değerli". Bak! Lafebeliğine bak! Bu kelime oyunlarını yer miyim? "Altını çıkartmak için suyu harcadı" diyor cibilliyetsiz. Süblinimal mesajlar, bel altı muhabbetler. Bunların aklı afedersiniz hep uçkurlarında. Üstünü giyer konu biter derim ben de? Biz de de var böyle laflar. 

100 yıl önce madenlerinizden haberiniz yoktu. Şimdi bizimle madenlerimiz çıkartılıyor. Bizden önce değirmen mi vardı? Herkes evindeki taşlarla öğütürdü buğdayını. Şimdi büyük değirmenlerde un yapılıyor, ekmek oluyor o undan. Bunu kim yaptı? Biz yaptık. Önceki krallar yapamadı. Neymiş? Değirmenle çalışan çarktan taşınan suyun çoğunu madene harcamışlar, halka su kalmamış. Laf... Hep algı yönetimi. Yahu madenden toprağa karışıyor su. Siz bana mı anlatıyorsunuz madeni, ekolojiyi, ekonomiyi, sosyolojiyi, "piskolojiyi"? "Piskokog" da benim ekonomist de. Adamın aklını alırım!

Krallığımız zenginleşiyor. Hamasetle, siyasetle bu işler yürümez. Yükselişimiz durdurulamaz! Bu arada kuzey dağlarında yanan büyük ormanlar için ek vergi koyduk. Tarihin gördüğü en büyük yangın olduğu için söndüremedik ama "Deo Gratias*" tebamızın gönül zenginliği sayesinde yeniden canlandıracağız. Tabii hazır ağaçlar yanmışken oradaki kömür ve taş ocaklarını da büyütüp, arındırıp ondan sonra yeşillendireceğiz.

Konuşmasını sürdürdü:

Bizden önce özgürlükte yoktu. Bir tutturmuşlardı "herkes kapısının önünü temizlerse..." Bakınız, su bitti diyenle, kapının önünü temizle diyen, yani su harca diyen aynı zihniyet. Ya hu isteyen istediği yeri temizlesin, isteyen kirletsin. İnsanın fıtratı zaten kirletmek üzerine. Yiyecek ve su tüketiyorsun. Yani doğal kaynak. Sonra ne yapıyor bunları vücut?Atıyor. Nasıl atıyor? Anladın? (En çirkin haliyle göz kırptı)

Artık isterseniz başkasının kapısının önüne isterseniz çok afedersiniz sıçabiliyorsunuz. İşte bunlar hep özgürlük. Kim verdi bunu? Taywerd verdi. İşte kardeşlerim Taywerd sizi her durumda özgürleştiriyor. Ha tabi "benim kapımın önünü pisletiyor" diye kimse kimseyi kolluk kuvvetlerine şikayet edip, meşgul etmesin. Kendi problemini herkes kendisi çözsün. Kapısında nöbet tutsun. Gerekirse kabakuvvetle engel olabilir. Burası özgür bir ülke. Bu arada ilave bir temizlik vergisi de koyduk. Aydan aya toplayacağız.

Daha önce yaşadığı kaygılar, kilise baskını girişimi sonrası yükselen otoriterlik sonucu artan güç, kendini güç zehirlenmesine evriltmişti. Öyle ki, kimisi "ilah" yerine koyduğunu söylerdi de, gülüp, kendi kendine "e ne sandın ki" minvalinde sözler ederdi. Ona göre tarih Taywerdian dönemini altın harflerle yazacaktı. Kainatın tarih boyunca gördüğü en ileri ülkesi olduğundan hiç şüphesi yoktu. Yoksulluk, sefalet, felaketler, bir halk için olabilir şeylerdi.

Ne bilimde, ne sanatta, ne teknikte adı geçen bir kişi bile yoktu ülkede ama, gözü boyanan halkta uçuyoruz diyordu. Yıllar sonra torunlarının soruları karşısında yüzü kızarıp o günleri unutmak isteyeceklerinden, tarihte görülmüş bu en büyük ihanetlerden birinin parçası olarak "uçurumun kıyısından döndük" diyeceklerinden tamamen habersizce.


 *Latince: Tanrıya Şükür

6 Ocak 2025 Pazartesi

Ressam

Cami avlusunda toplasan 50 kişi anca vardı. Leyla babacığını son yolculuğuna uğurlamak üzere tabutunun başındaydı.  Göğsüne babasının doğum ve ölüm tarihi yazılı resmini iğnelemişti. Resmi görenler şaşkınlık içerisinde tekrar tekrar bakıyordu. Gözleri açık ve gülümser şekildeydi, gerçek olamazdı ama çok gerçekçiydi. Yapay zeka aracı kullanarak babasının sağlıklı halinin portresini yapmıştı. 

Daha çok Leyla'nın iş arkadaşları vardı. Aileden dedesi, amcası ve babaannesi de Leyla'nın yanındaydı. Uzak köşede annesi Vildan'ı da gördü ama, ne annesi yanlarına gelebildi, ne de onlar Vildan'a seslendi. 

Ercan Eskişehir'de Makine Mühendisliği bölümünü bitirip, Karabük'te demir çelik fabrikasında bakım mühendisi olarak işe başlamıştı. Vildan'la da burada tanışmıştı. İki yıl sonra evlendiler ve bir yıl sonra da Leyla'yı kucaklarına aldılar. Ercan, daha iyi imkanlara sahip olması sebebiyle kızını Eskişehir'de büyütmek istiyordu. "Okul çağına gelmeden Eskişehir'e taşınalım" diyordu ama Vildan hiç bir şekilde yanaşmıyordu bu isteğe. 

İş yerinde de git gide yükselmiş, baş mühendis olmuştu Ercan. Leyla da artık 5 yaşına gelmiş, babası işten gelince onunla oyun oynayıp, babasının yorgunluğunu almaya başlamıştı. Bakım işi zordur, üretim bir arıza nedeniyle aksadı mı, ekip arızayı giderip sistemi tekrar devreye alana kadar fabrikadan ayrılamaz kolay kolay. Haddeleme tezgahlarından biri saat 16.45 sıralarında arıza yapmış, tüm ekip Ercan liderliğinde makine başına inmişti. Gece saat 2.30 a kadar çalıştılar. Sonunda makine devreye girdi. Büyük bir yorgunlukla ama işi yoluna koymanın verdiği iç huzurla ekibine teşekkür etti Ercan. Son kez üretimi ve ürünü yakından görmek istedi. 

Çıkan ürüne ve hadde kalıplarına çok yakın duruyor ve prosesi inceliyordu ki, hadde kalıpları nın arasında sıkışan profil bir anda mermi gibi fırladı. Ercan yüzünü tutarak yere yığıldı. Çok fazla kan vardı etrafta. Hemen hastaneye kaldırdılar. Yaklaşık 1 ay hastanede kaldı. 
Kaza sırasında sıcak metal profil sıkışınca iyice eğilip sıkışıklığa bakan Ercan'ın gözlerini ve bir miktar burun kemiğini alıp geçmişti mermi gibi fırlayan demir. Gözleri tamamen kör olmuştu. Artık çalışması imkansızdı.

Babası ve erkek kardeşi çıkarttı hastaneden. Arabanın arka koltuğuna oturttular. 1 saat geçmiş olmasına rağmen hiç birşey söylemeden yolculuk devam ediyordu. En sonunda Ercan, "benim ev bu kadar uzak değildi?" diye girdi lafa. 
Babası "Eskişehir'e gidiyoruz" dedi. Bir süre sessizlik oldu. Ercan üsteledi. Vildan ve Leyla'yı sordu. "Böyle olması hayırlı abi" dedi erkek kardeşi. Bir süre sonra uyuyakaldı Ercan.

Babası kazayı duyup geldiğinde, Vildan görüşmek istemedi. Sonrasında eve buyur ettiğinde anlaşıldı durum:
"Daha 27 yaşındayım. Bütün bir ömür kör bir adama bakamam ben. 7 yılı yaşamadım sayarım. Çocuğunu da alın gidin" dedi kayınpederine. Leyla da duymuştu tüm bunları. Hıçkıra hıçkıra ağlamıştı odasında. 

Eskişehir'de ki evlerine vardılar. Kardeşi Ercan'ı eve çıkarttı. Salonda koltuğa oturttu. Annesi ağladığını belli etmemeye çalışarak mercimek çorbası koydu önlerine. Çorbayı içtiler. Bir süre sonra Leyla geldi. Ercan kucağına aldı Leyla'yı. Saçlarını okşadı. Kokladı. Sonra ellerini yüzünde gezdirdi. Adeta yüzünü taradı. Öptü kızını. "Gözlerin ne zaman iyileşecek baba?" diye sordu Leyla. Yüzü bembeyaz olup kucağından indirdi kızını. Kardeşinin yardımıyla odasına geçti. Kardeşi yatağın yerini ve sandalyeyi dokunarak işaret etti. Masa vardı bir de. Kurşun kalem ve kağıt istedi Ercan masasına. 2 saat kadar kaldı odasında. 

2 saatin sonunda kardeşini çağırdı odaya. Kağıda Leyla'nın yüzünü çizmeye çalışmıştı. Kardeşi çizimi görünce gözyaşlarını tutamadı. Gerçekten harika bir portre çizmişti. 

İlerleyen zamanlarda resim çizerek hayata tutunabildi Ercan. 
Kendisine anlatılan manzarayı, nesneyi, tasvir edilen bir olayı karakalem resim ile kağıda döküyordu. Babası da emeklilikten sonra adliye yakınında çay ocağı işletmeye başlamış, orada sergilemeye başlamıştı bazı resimleri. Bir süre sonra namı şehirde duyulmuş, Belediye desteği ile resim sergileri düzenlenmişti.


Kardeşi ile zaman zaman Liberty' de bira içerlerdi. "Ağlayamıyorum da ama en kötüsü Leyla'mı görmemek. Dokununca görmüş gibi oluyorum ama, görmek gibi değil neticede" demişti bir seferinde. İçine doğru ağladığı çok belliydi. 

Bu içine ağlamalar zamanla kalbini çok yormuştu. Daha 54 yaşındayken geçirdiği kalp krizinden sonra hastaneye kaldırıldı. 9 gün yoğun bakımda kaldı. Gözünü açabildiğinde hep Leyla'sını sordu. 5 dakikalık izinle görüştüklerinde elleri ile yüzünü okşadı sürekli. Son bir kez görüyor gibiydi. 

Camide uzaktan annesini gördüğünde "daha 27 yaşındayım" dediği anı hatırladı. "27 yaşındayım. Annemin bizi terk ettiği yaştayım" diye geçirdi içinden Leyla. 

Tabuta başını koyup ağladı sessizce. "Ah babacım, gözlerin olmadan gördün beni biliyorum, ah babacım"