Cami avlusunda toplasan 50 kişi anca vardı. Leyla babacığını son yolculuğuna uğurlamak üzere tabutunun başındaydı. Göğsüne babasının doğum ve ölüm tarihi yazılı resmini iğnelemişti. Resmi görenler şaşkınlık içerisinde tekrar tekrar bakıyordu. Gözleri açık ve gülümser şekildeydi, gerçek olamazdı ama çok gerçekçiydi. Yapay zeka aracı kullanarak babasının sağlıklı halinin portresini yapmıştı.
Daha çok Leyla'nın iş arkadaşları vardı. Aileden dedesi, amcası ve babaannesi de Leyla'nın yanındaydı. Uzak köşede annesi Vildan'ı da gördü ama, ne annesi yanlarına gelebildi, ne de onlar Vildan'a seslendi.
Ercan Eskişehir'de Makine Mühendisliği bölümünü bitirip, Karabük'te demir çelik fabrikasında bakım mühendisi olarak işe başlamıştı. Vildan'la da burada tanışmıştı. İki yıl sonra evlendiler ve bir yıl sonra da Leyla'yı kucaklarına aldılar. Ercan, daha iyi imkanlara sahip olması sebebiyle kızını Eskişehir'de büyütmek istiyordu. "Okul çağına gelmeden Eskişehir'e taşınalım" diyordu ama Vildan hiç bir şekilde yanaşmıyordu bu isteğe.
İş yerinde de git gide yükselmiş, baş mühendis olmuştu Ercan. Leyla da artık 5 yaşına gelmiş, babası işten gelince onunla oyun oynayıp, babasının yorgunluğunu almaya başlamıştı. Bakım işi zordur, üretim bir arıza nedeniyle aksadı mı, ekip arızayı giderip sistemi tekrar devreye alana kadar fabrikadan ayrılamaz kolay kolay. Haddeleme tezgahlarından biri saat 16.45 sıralarında arıza yapmış, tüm ekip Ercan liderliğinde makine başına inmişti. Gece saat 2.30 a kadar çalıştılar. Sonunda makine devreye girdi. Büyük bir yorgunlukla ama işi yoluna koymanın verdiği iç huzurla ekibine teşekkür etti Ercan. Son kez üretimi ve ürünü yakından görmek istedi.
Çıkan ürüne ve hadde kalıplarına çok yakın duruyor ve prosesi inceliyordu ki, hadde kalıpları nın arasında sıkışan profil bir anda mermi gibi fırladı. Ercan yüzünü tutarak yere yığıldı. Çok fazla kan vardı etrafta. Hemen hastaneye kaldırdılar. Yaklaşık 1 ay hastanede kaldı.
Kaza sırasında sıcak metal profil sıkışınca iyice eğilip sıkışıklığa bakan Ercan'ın gözlerini ve bir miktar burun kemiğini alıp geçmişti mermi gibi fırlayan demir. Gözleri tamamen kör olmuştu. Artık çalışması imkansızdı.
Babası ve erkek kardeşi çıkarttı hastaneden. Arabanın arka koltuğuna oturttular. 1 saat geçmiş olmasına rağmen hiç birşey söylemeden yolculuk devam ediyordu. En sonunda Ercan, "benim ev bu kadar uzak değildi?" diye girdi lafa.
Babası "Eskişehir'e gidiyoruz" dedi. Bir süre sessizlik oldu. Ercan üsteledi. Vildan ve Leyla'yı sordu. "Böyle olması hayırlı abi" dedi erkek kardeşi. Bir süre sonra uyuyakaldı Ercan.
Babası kazayı duyup geldiğinde, Vildan görüşmek istemedi. Sonrasında eve buyur ettiğinde anlaşıldı durum:
"Daha 27 yaşındayım. Bütün bir ömür kör bir adama bakamam ben. 7 yılı yaşamadım sayarım. Çocuğunu da alın gidin" dedi kayınpederine. Leyla da duymuştu tüm bunları. Hıçkıra hıçkıra ağlamıştı odasında.
Eskişehir'de ki evlerine vardılar. Kardeşi Ercan'ı eve çıkarttı. Salonda koltuğa oturttu. Annesi ağladığını belli etmemeye çalışarak mercimek çorbası koydu önlerine. Çorbayı içtiler. Bir süre sonra Leyla geldi. Ercan kucağına aldı Leyla'yı. Saçlarını okşadı. Kokladı. Sonra ellerini yüzünde gezdirdi. Adeta yüzünü taradı. Öptü kızını. "Gözlerin ne zaman iyileşecek baba?" diye sordu Leyla. Yüzü bembeyaz olup kucağından indirdi kızını. Kardeşinin yardımıyla odasına geçti. Kardeşi yatağın yerini ve sandalyeyi dokunarak işaret etti. Masa vardı bir de. Kurşun kalem ve kağıt istedi Ercan masasına. 2 saat kadar kaldı odasında.
2 saatin sonunda kardeşini çağırdı odaya. Kağıda Leyla'nın yüzünü çizmeye çalışmıştı. Kardeşi çizimi görünce gözyaşlarını tutamadı. Gerçekten harika bir portre çizmişti.
İlerleyen zamanlarda resim çizerek hayata tutunabildi Ercan.
Kendisine anlatılan manzarayı, nesneyi, tasvir edilen bir olayı karakalem resim ile kağıda döküyordu. Babası da emeklilikten sonra adliye yakınında çay ocağı işletmeye başlamış, orada sergilemeye başlamıştı bazı resimleri. Bir süre sonra namı şehirde duyulmuş, Belediye desteği ile resim sergileri düzenlenmişti.
Kardeşi ile zaman zaman Liberty' de bira içerlerdi. "Ağlayamıyorum da ama en kötüsü Leyla'mı görmemek. Dokununca görmüş gibi oluyorum ama, görmek gibi değil neticede" demişti bir seferinde. İçine doğru ağladığı çok belliydi.
Bu içine ağlamalar zamanla kalbini çok yormuştu. Daha 54 yaşındayken geçirdiği kalp krizinden sonra hastaneye kaldırıldı. 9 gün yoğun bakımda kaldı. Gözünü açabildiğinde hep Leyla'sını sordu. 5 dakikalık izinle görüştüklerinde elleri ile yüzünü okşadı sürekli. Son bir kez görüyor gibiydi.
Camide uzaktan annesini gördüğünde "daha 27 yaşındayım" dediği anı hatırladı. "27 yaşındayım. Annemin bizi terk ettiği yaştayım" diye geçirdi içinden Leyla.
Tabuta başını koyup ağladı sessizce. "Ah babacım, gözlerin olmadan gördün beni biliyorum, ah babacım"