Bu Blogda Ara

27 Temmuz 2022 Çarşamba

Salıncak

Adam parka geldi
Kızıyla
Kara kaşlı, kara gözlü,
4 ya var ya yok,
Kalabalık park, mevsim yaz
Akşam serinliği var, fırsat bu fırsat
Mahallede 4 cami var, 2 park
Okul desen 1 tane

Adam ezelden sessiz
Herhalde 40ında
Kızı ise bıcır bıcır
Anlattıkça anlatıyor
Dedim ya 4 ya var ya yok

Bebeğini getirmiş, oyuncak
Salıncakta sallayacak
Unutmuş meğer bir gün önce
"Evde kaldı getirelim" demiş
"Şimdi geç oldu sonra" demişler. 
Bükmüş dudağını kızcağız

Salıncak boş, tam bebek sallamalık
Başlıyor bizimki küçücük bebeğini sallamaya
Salıncak bu, bir nevi oyuncak
Oynuyor işte yavrucak

Park kalabalık
Bir kadın gelmiş, oğluyla, 
"Benn doğurdummmm" gururuyla, 
3 ya var ya yok oğlan
"Salıncak boş" diyor, 
Oğlandan talep yok ama, sallansın ister anası
Hop oturtuyor oğlanı
Oyuncak bebeği indirerek

Kızcağız baktı şaşkın şaşkın... 
"Neyse kaydırayım kaydıraktan" dedi
Kaydırdi 2 kez. 
4 ya var ya yok

Gürültülü kadın, çok gürültülü
Dedik ya adam ezelden sessiz... 
Garipsedi durumu ama, 
İfade edemedi bir türlü
İçini kemirdi durdu öfkesi... 
Kemirdi, Kemirdi, yedi.... 

Gürültüye mi yenildi? 
Patlamayan öfkeye mi? 




23 Temmuz 2022 Cumartesi

REÇETE

Öyle bir kitle ki, arsızlıkta her geçen gün yeni bir çığır açıyor. Daha kötüsüne evrilmeyipte, biterse eğer bu zoraki karartma, yapılması gereken ilk iş "Rehabilitasyon ve Yeniden Yapılanma Bakanlığı" kurmak olmalı. Tüm bakanlıkların üstünde ve yönetimin merkezinde bulunmalı. Tamamen -sürekli olarak dile getirdiğimiz- liyakat esasına göre ve uygun bir yapılanmayla, "eşitlik ve emek" dışında hiç bir kırmızı çizgi koymadan; tüm çökmüş, kokuşmuş, kurum, kanun, kuruluş, kişi... ne varsa rehabilite etmeli, ve 3 - 4 yıllık bir hedefle, imar, çevre, eğitim, sanayi, sağlık, spor... Aklınıza ne gelirse onararak, misyonunu tamamlayarak ülkeyi eski güzel haline döndürmeli.


Torba kanunları ele almalı bir birim mesela, bir başka birim eğitimi... İnsan faktörü işin içinde olacak, o nedenle günlük bilgi verilmeli halka. Neler ne şekilde çökertilmiş, ne şekilde tedavi edilecek.


Bir haber okudum az önce:
"Gezi zamanı camiler yakıldı" demiş bir muhterem vatandaş. "İçki içtiler" de denmişti de, doğrudan cami hocası yalanlamıştı. Şimdiki iddia da itfaiye tarafından yalanlanmış. 10 yıl geçti de üzerinden, halen korku unsuru anlaşılan... O günlerdeki iddiaları da hatırlayınca, ayrı bir birim nasıl dezenformasyon ve yalan haberlerle toplumu ikiye bölmüş gözler önüne sermeli.

Ne demiştik o günlerde:
"Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz..."
Ali İsmail'i kaybettiğimiz bu şehirde, şehrin en azından 100 - 150 yıllık geçmişinde gelişen bir arada yaşama kültürünü, paylaşımla arttırarak, süregelen karanlığı göğüslemek gerekiyor, ve bu anlayışı tüm ülkeye yaymak. Git gide kitlesel olarak fakirleştirildiğimiz bu ortamda ortaya çıkan fakirliği paylaşmak gerekiyor. Birisinin çıkıpta "daha az simit yeriz" martavalı gibi bir şey değil kastettiğim. Fikret Kızılok'un "Hesap Vakti" adlı eserindeki gibi: "Zenginliği paylaşmakla fakirliği paylaşmak ayrı ayrı şeylerdir." 5li çete ve avaneler zenginlik paylaşmaya çalışırken, var olma - ayakta kalma savaşı veren kişi, meslek grubu, dükkan vs... daha fazla desteklenmeli imkanlar dahilinde.
Kurtuluş yok tek başına...

Elektrik zammına itiraz edemiyorsan örneğin, berberinin fiyat artışına hayıflanma hakkını sorgulaman gerek. Akaryakıt artışlarını sessizce izliyorsan, karpuzun geçen sene 1 TL iken bu sene 5TL ye çıkmış olmasını da içine sindirmen ve sorgulamaman gerek. Sadece canın yanmış hissettiğin için artık hukukun kalmadığı ortamda, çıkıp "Hukuki hakkımı ararım" şeklinde söylemde bulunmak, oldukça trajikomik bir hal oluşturuyor.


Ahmet Telli nin dizeleriyle noktalayalım "giderlerse gitsinler" sözlerini de anımsayarak:

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir 
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağanak patlasa 
Bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem 
Oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü 
İpince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne 
Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz 
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün...


Fazla karışık olmuş olabilir.  😊 İdare edin.
Sevgilerimle

14 Temmuz 2022 Perşembe

Fabrika Kızı

Çocukluğunda çok ünlü bir şarkıydı:

Gün doğarken her sabah
Bir kız geçer kapımdan
Köşeyi dönüp kaybolur 
Başı önde yorgunca

Fabrikada tütün sarar
Sanki kendi içer gibi
Sararken de hayal kurar
Bütün insanlar gibi

Bir evi olsun ister
Bir de içmeyen kocası
Tanrı ne verirse geçinir gider 
Yeter ki mutlu olsun yuvası... 
... 

Yıllarca dinledi bu şarkıyı, yıllarca söyledi Kerem.
Üniversite çağlarında gitar alıp ta bu şarkıyı mırıldanarak çok bilindik Am - G - F - E akorlarını basmaya çalışırdı.

Ama sanki ilk kez şimdi "içmeyen kocası" sözünü duymuştu bu son dinleyişinde. Artık 42 yaşındaydı da...

Çocukken bu şarkıyı dinlediğinde bir kızın fabrikada çalışması düşüncesi içini hüzünle kaplarken, içmeyen koca talebinde çok bir anlam aramazdı. 
Halbu ki hayatındaki en önemli kadının içen bir kocası vardı ve bunun iyi mi kötü mü olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu ama annesi büroda çalıştığı için, fabrikada çalışmak bir kadın için ne kadar kötüydü kim bilir. Üstelik koca, hayatı zindan ediyordu tüm aileye belki ama, içmenin sebep yada sonuç olması, yada odakta olması gibi bir düşüncesi hiç olmamıştı Kerem'in. 

Yıllarca sonra, artık 40ını 2 geçmişken, anneciğiyle bir sohbetinde, "babam da ayyaştı, kocam da" demişti annesi. 
"Fabrika kızı" şarkısı ile şimşekler çakmıştı adeta Kerem'in beyninde... Yakın zamanda kendi çocukluk - ilk gençlik dönemleriyle de yüzleşmeye başlamıştı ki, o dönemin travmatik olaylarını da yeniden su yüzüne çıkartarak, içindeki rezonansı sönümlendirmeye ve dengeye ulaştırmaya çalışıyordu adeta. 

Şimdilerde sayıları mı azaldı, çevresinde mi kalmadı bilinmez ama, Kerem'in çocukluğunda pek çok içen koca-baba vardı da sanki, "içmeyen koca" özlemi oluşmuştu bir kısım genç kız da şarkıdaki gibi. Öyle ya, annesi de daha çok çok genç bir kızken yüzleşmişti bu durumla...