89-90
yada 90-91 sezonuydu. Eskişehir'e taşınalı 3-4 yıl olmuştu.
Babamla futbol maçına gitmiştik. Kiminle oynuyordu Eskişehir
hatırlamıyorum. Az seyirci vardı maçta. O zamanlar babamla
birlikte maça gidip te babamın “çocukla gireceğiz” deyip,
beni biletsiz maça sokması ayıp bir şey olabilir mi diye bir
karmaşa yaşardım özellikle tam o turnikeden geçiş anında.
Yaşım 10 – 11.
Maç
seyircisi az ve tepkisiz, demek ki aynı zamanda zevksiz ilerliyordu.
Nedenini hatırlamıyorum, bir adam birden bire yerinden fırlayıp,
“Lan
Tahiiiiir! Ananı avradını si..... seniin! diye yüksek sesle
bağırmıştı. Kendi yarı sahasının ortalarına çıkmış uzun gri eşofman altı giymiş sakallı esmer
kaleci bizim tribüne doğru bakmıştı bu bağırtı üzerine. Bu
bakış neticesinde
bahsi geçen Tahir’in o
kaleci
olduğunu anlamıştım. Onun adına üzülmüş ve utanmıştım.
Kadın yoktu tribünde. Kadınlar maça gitmiyordu demek ki. Ama bir
şekilde sevilmeyenlerin anneleri yada avratları hatırlanıyordu –
hatırlatılıyordu tüm öz saygı ile.
Aradan
bir kaç yıl geçti. O zamanlar 1. ligi kovalıyordu takım. Bir
Karşıyaka maçıydı. Gene
babamla gitmiştik. Biletsiz mi girdim gene hatırlamıyorum.
İnanılmaz kalabalıktı ama gene hiç kadın yoktu. Bizimkiler golü
attıktan biraz sonra tüm stad bağırmaya başlamıştı:
İki
geliyooor iki yalellee yalelleee ..... Devamını bilenler hatırlar.
Bir yandan komik gelmekle birlikte, diğer taraftan da ayıplı bir
hareket olması dolayısıyla utanç duyuyordum kendim söylemiyor olmama rağmen.
Aradan
uzun
yıllar
geçti. Tribünler biraz medenileşti. En azından kadınlar tekrar
maça gelmeye başlamıştı. Gelmeye başlamıştı kadınlar ama,
erkek egemen toplumun bir göstergesi olarak, şiddeti azalsa bile,
erkeğin aktifliği ve kadının pasifliği üzerine kurulu cinsel
gerçekliğe dayalı küfürler hiç mi hiç azalmadı. Bir stad
dolusu insan, o şehrin önemli bir silüetini yansıtabilir.
Dolayısıyla da tüm stadı gözlemleyebilirseniz,
şehir hakkında da iyi kötü fikir sahibi olabilir siniz. Kadının var olma mücadelesi stadlarda da
kendini gösteriyor. Maç sonuna doğru takım galipken, “yendik
mi” anlamında, cinsel çağrışımlı tezahüratın el - vücut
hareketiyle de desteklenmesi örneğin. Bu hareketi içten gelen bir istekle ve çok büyük bir coşkuyla yapan kişiler, 8 Mart ta Taksim’deki toplum algısına göre aşırılığa kaçan toplantıyı tam 1 haftadır konuşuyorlar da, Ensar
vakfındaki tecavüzlere doğru dürüst yorum yapmaktan kaçınıyorlar.
Ama şunu da belirtmek gerek: Bizim şehrimiz ve dolayısıyla stada gelen kitlemiz neyse ki nispeten medeni. Bazı münferit küfürler dışında, ciddi rahatsızlık oluşturacak ortam oluşmuyor.
Tribünler
böyleyken, yönetimler ise tamamıyla önce reklam, sonra rant –
komisyon – gelir peşinde koşan kişilerin bir araya geldiği
ortamlar halini alıyordu.
Tribün liderleri diğer takımlara sürekli giydirirken, kendi
takımını göz göre göre soyanlara ses çıkartma – çıkartılma
ortamı oluşmaması için elinden geleni yapıyordu.
Hal böyle olunca da nice köklü ama köklerini taraftar ve
altyapıdan alan anadolu kulübü kapanma noktasına gelip hızlıca
dibe gidiyordu.
İstanbul
kulüplerinin
yönetimleri ise
alt yapı yatırımları yapıp, altyapıdan oyuncu çıkarmak, ülke
futboluna (ve ekonomisine) katkı sağlamak yerine, ‘Paramız var,
istediğimizi alırız’ anlayışına bürünmüştü.
Ortam
böyleyken Ankaragücü taraftarı iki genç kardeşimizin cenazesini
kalktı geçen hafta Ankara’dan. Aslında bence kalkan ülke
futbolunun cenazesiydi. Bu nedenle tüm taraftarlar koştu ülkenin
dört bir yanından daha bir hafta önce birbirlerine sövdüklerini
unutarak.
Aynı
günlerde, taraftarı yok denecek kadar az olan, 1990 da kurulan,
arkasında siyasi destek olduğu aşikar olan bir takım, dolu-dizgin
şampiyonluğa koşuyordu. Bir alt ligde düşme potasında gezinen
takımımız 20000 üzeri bir kitleye oynarken, taraftarsız bir
kulüp bir sonraki sene muhtemelen UEFA Şampiyonlar Ligi’nde
ülkemizi temsil edecekti. Tüm TV kanalları “futbolda bir yönetim
başarısı” naraları atadursunlar, herkes biliyordu ki çok ciddi
bir siyasi tabanlı ekonomik destek vardı.
Taraftar
grupları bu cenazeye kadar birbirlerini yiyip dururken, tam da bu
zamanda aslında kimseyle problemleri olmadığını hatırladırlar.
‘Zararın neresinden dönsek kardır’ diyeceğiz sanırım. Kendi
takımı dışındaki takımların taraftar gruplarını düşman –
dost diye ayırıp farklı mecralara yönelten anlayışlar yüzünden,
kulüplerini soyanlar maçlarda protesto edilmek şöyle dursun,
ıslıklanmamıştı bile. Kendi şehirlerinde sokağa çıkmayacak
hale gelmesi gerekenler, işlerini yoluna sokup, geliştiriyorlardı.
Gelelim
bir de “Büyük Takım Taraftarları”na:
Sosyal
Medyada 10-15 yıl öncesine ait bir video izlemiştim. Videonun
tanımında : ‘Beşiktaş taraftarından Gecekonduya ayar’ gibi
bir şey yazıyordu. Ankaragücünün taraftar grubu kendi adları
ile tezahürat yapıyor: GE CE KON DU şeklinde. Beşiktaşlılar da
tribün liderlerinin çok keskin(!) zekasıyla oluşturduğu: BURASI
METROPOL S.... N GİDİN! şeklindeki tezahüratla, ancak
metropollerin gecekondulardan oluştuğunun farkında olmadan hep bir
ağızdan bağırıyor.
Maç
sonunda muhtemelen Beşiktaş tribünlerinin yarısı liderlerinin
sözünü dinlemenin ve istediğini yapmanın verdiği mutlukla, o
metropolün banliyölerinden birindeki gecekondu evine maç
özetlerini izlemeye, ülkenin en başarılı takımlarından birini
tutmanın verdiği hazla tatmin halini devam ettirmek üzere yola
koyulmuştu.